Obsesif Kompulsif Bozukluk
Genel Tanıtım
Obsesif kompulsif bozukluk (OKB), insanların obsesyon adı verilen sürekli tekrar eden düşüncelere sahip olması ve bu düşüncenin kendisini rahatsız etmesinden ötürü, genellikle rahatlamak amacıyla ritüel veya kompulsiyon adı verilen sürekli tekrar eden davranışlarda bulunmasıyla karakterize bir durumdur.
Obsesif kompulsif bozukluğa (OKB) sahip hastalar, kontrol edemedikleri düşünceleri, korkuları veya imgeleri saplantı halinde yaşarlar. Bu durum hem kendileri hem de çevresindekiler için son derece rahatsız edici olabilir.
Bu düşüncelerin ürettiği kaygı, gerginlik, kendini tekrarlayan davranışları, ritüeller veya rutinlerin zorunlu hale gelmesine neden olur. Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastaları tüm bu zorunlulukları, takıntılı düşünceleri önlemek veya ortadan kaldırmayı sağlamak amacıyla tüm bunları bir rutin haline getirir.
Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastaları takıntılarını görmezden gelmeye ya da durdurmaya çalışsa da bu durumu engelleyemeyeceği gibi endişelerini de artırır. Kişi, stresini hafifletmek için zorlayıcı eylemlerde bulunmaya başladıkça kendin zorlar. Takıntılı düşünceler veya dürtülerden kurtulmaya çalışsalar da bu durum bazen daha kötü sonuçlara neden olabilir.
Nedenleri
Obsesif kompulsif bozukluğun (OKB) nedeni tam olarak anlaşılmamasına rağmen, biyolojik ve çevresel faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir.
Biyolojik faktörler
Vücudun normal işleyişinde devam edebilmesi için beyindeki milyarlarca nöronun (sinir hücresinin) birbirleriyle iletişim kurması gereklidir ve nöronlar elektriksel sinyallerle haberleşir. Nörotransmiterler adı verilen özel kimyasallar, bu elektriksel mesajların nörondan nöronlara taşınmasına yardımcı olur.
Obsesif kompulsif bozukluk durumunda, beynin belirli bölümlerinde aşırı aktivite bulunmaktadır. Hasta obsesif kompulsif bozukluk (OKB) semptomlarını yaşadığında ise beyin daha da aktif hale gelir.
Çevresel Faktörler
Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan bazı kişiler ise çevresel stres faktörlerinden etkilenmektedir. Kişinin yaşadığı bazı çevresel faktörler ve ciddi hayat değişiklikleri semptomların kötüleşmesine neden olabilir. Bu faktörler şunları içerir:
Taciz
Yaşam durumundaki değişiklikler
Hastalık
Sevilen birinin kaybı
İş veya okulla ilgili değişiklikler veya sorunlar
İlişki kaygıları
Belirtiler
Obsesif kompulsif bozukluk, genellikle hem saplantı hem de kişinin kendini zorlamasını içerir. Ancak, sadece obsesyon semptomları olması da mümkündür. Obsesif kompulsif bozukluk hastalarında takıntıların ve zorlamaların aşırı olduğu kolaylıkla fark edebilir.
Obsesif kompulsif bozukluk hastaları takıntılı düşünceleri olduğunda endişelerini kontrol etmeye yardımcı olacak kurallar veya ritüeller oluşturabilir. Fakat kontrol etme çabaları genellikle düzeltmeyi amaçladıkları sorunla gerçekçi bir şekilde ilişkili değildir.
Obsesif kompulsif bozukluk kendini tekrarlayan bir hastalık türüdür. Obsesif kompulsif bozukluk istenmeyen düşünceler, sürekli müdahil olma, sıkıntı veya endişe veren dürtülerdir. Bu hastalığa sahip kişiler kendilerini zorlayarak tüm düşüncelerini görmezden gelmeye veya onlardan kurtulmaya çalışabilir. Fakat hasta bu tip saplantılardan kurtulmaya çalışırken daha da zorlanabilir.
Obsesif kompulsif bozukluk genellikle gençlik veya erken yetişkinlik yıllarında başlar. Semptomlar yavaş yavaş başlayarak tüm yaşam boyunca değişim gösterebilir.
Obsesif kompulsif bozukluk belirtileri kişinin çok fazla stres altında kaldığında daha da kötüleşir. Genellikle yaşam boyu süren bir hastalık olarak kabul edilen obsesif kompulsif bozukluk hafif ila orta şiddette semptomlara sahip olabilir.
Obsesif Kompulsif Bozukluğun Belirtileri İse;
Kirlenme korkusu
Düzenli ve simetrik olma
Kendisini veya sevdiklerinin zarar görmesine ait düşüncelere kapılma
Başkalarının dokunduğu nesnelere dokunamamak
Nesneler düzenli olmadığında strese girme
El sıkışmaktan rahatsızlık duyma
Sürekli el yıkama
Aşırı temizlik takıntısı
Mikroplardan korkma
Sürekli duş alma isteği
Sürekli bir şeyleri kontrol etme ihtiyacı duyma
Bir şeyleri sayma
Kilitlendiklerinden emin olmak için kapıları tekrar tekrar kontrol etme
Kapalı olduğundan emin olmak için ocağı tekrar tekrar kontrol etme
Belirli kalıplarda sayma
Bir duayı, kelimeyi veya ifadeyi içten içe tekrarlamak
Tanı Yöntemleri
Obsesif kompulsif bozukluk için laboratuvar ortamında gerçekleştirilebilen bir test yoktur. Teşhis, hastanın semptomları ve hastanın genel davranışları üzerine uzman bir doktor tarafından konulabilir.
Psikiyatrist tarafından gerçekleştirilen psikolojik değerlendirme esnasında düşünceler, duygular, semptomlar ve davranış kalıpları incelenir.
Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) teşhis etmek bazen zordur, çünkü semptomlar obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu, anksiyete bozuklukları, depresyon, şizofreni veya diğer mental sağlık bozukluklarına benzer olabilir.
Kişiler hem obsesif kompulsif bozukluğa (OKB), hem de diğer mental bozukluklara sahip olabilir. Bu sebeple hastayı değerlendirecek olan psikiyatrın tüm etkenleri düşünmesi gereklidir.
Tedavi Yöntemleri
Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) tedavi edilmediği takdirde kendiliğinden iyileşmeyebilir, bu nedenle tedavi almak son derece önemlidir.
Kişi, zihinsel hastalıkların teşhisi ve tedavisi için özel olarak eğitilmiş bir sağlık uzmanına yönlendirilebilir. Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) tedavisinde en etkili yaklaşım, ilaçları uygun terapiler ile birleştirmektedir.
Davranış Terapisi
Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarında sıklıkla görülen abartılı veya takıntılı düşünceleri azaltmaya odaklı bir tedavi yöntemidir.
Amaç, Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan kişilere, zorlayıcı davranışlarda bulunmadan kaygı yaratan inançlarıyla yüzleşmeleri konusunda yardımcı olmaktır.
İlaç Tedavisi
Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarında beyindeki serotonin seviyelerini artırmaya yönelik ilaçlar kullanılabilir.
Depresyon
Depresyon (majör depresif bozukluk) nasıl hissettiğinizi, nasıl düşündüğünüzü ve nasıl davrandığınızı olumsuz etkileyen yaygın ve ciddi ancak tedavi edilebilen tıbbi bir hastalıktır. Depresyon sürekli üzüntü halinde olmaya ve zevk veren durumlardan keyif almamaya yol açar. Depresyon çeşitli duygusal ve fiziksel belirtilere yol açabilir. Depresyonlu kişilerde evde ve işte görevlerini yerine getirme yeteneği azalmıştır.
Depresyon belirtileri nelerdir?
Üzüntü ve sıkıntı verici olaylarda üzgün hissetmek normaldir. Depresyonda üzgün hissetmekten daha farklı boyutta duygular vardır. Bu nedenle depresyon ve üzüntüyü karıştırmamak gerekir. Başlıca depresyon belirtileri:
Sürekli üzgün hissetmek
Günlük aktivitelere ilgi ve zevk kaybı
İştah değişiklikleri: Aşırı yeme veya iştahsızlık
Uykuya dalmada zorluk, sık uyanma veya aşırı uyuma
Sürekli yorgun hissetme
Konuşmada ve hareketlerde yavaşlık
Değersiz ve suçlu hissetmek
Konsantrasyon kaybı, karar verme zorluğu
İntihar eğilimi
Depresyon tanısı konabilmesi için yukarıdaki belirtilerin en az iki hafta devam ediyor olması gerekir. Depresyon çocukluktan yaşlılığa kadar her yaşta görülebilir. Kadınlarda görülme sıklığı daha fazladır. Bir kez depresyon geçirenlerde hayatın ilerleyen zamanlarında tekrar yakalanma şansı vardır.
Depresyon nedenleri nelerdir?
Depresyonun tek bir nedeni yoktur. Psikolojik, biyolojik ve sosyal faktörlerin her biri depresyona neden olabilir.
Depresyon için risk faktörleri var mıdır?
Erken ebeveyn kaybı, sevdiği kişiden ayrılma veya ölümü, kadın olmak, düşük sosyoekonomik düzey, iş kaybı, alkol veya madde kullanımı, boşanma, kötü ve travmatik çocukluk geçirme, daha önceden depresyon geçirme, ailede depresyon varlığı, bazı ilaçlar, hormonal değişiklikler ve bazı hastalıklar depresyon için başlıca risk faktörleridir.
Depresyon tanısı nasıl konur?
Depresyon psikiyatride iyi tanımlanmış ve sınıflandırılmış bir hastalıktır. Hastadan alınacak iyi bir öykü ile tanı konur. Ayrıca hekimlerin kullandığı bir depresyon testi bulunmaktadır.
Yaygın anksiyete bozukluğu, mevcut durumla alakasız düzeyde yoğun endişe ve kaygı halidir. Bu durum kişinin günlük ve sosyal hayatını etkiler. Duyulan kaygılar genellikle iş, sağlık, para yada aile ile ilgilidir. Denetlenemez durumdaki kaygı hali en az 6 aydır devam etmektedir. Yaygın anksiyete bozukluğunu depresyon ile karıştırmamak gereklidir.
Depresyondan kurtulma yolları nelerdir?
Yukarıda saydığımız belirtilerden birkaçı en az iki haftadır devam ediyorsa bir psikiyatri hekimine müracaat etmek gerekir. Depresyon tedavisinde ilaç tedavisi yanında psikoterapi uygulanır. Aile desteği son derece önemlidir.
Anksiyete ( Kaygı Bozukluğu )
Anksiyete Nedir? Anksiyete Belirtileri Nelerdir?
Anksiyete bozukluğu, psikolojik rahatsızlıklar arasında yer almaktadır. Toplumun %18'ini etkisi altına alan bu problem daha çok arttığında hastalık seviyesine gelebilmektedir. Son derece yorucu olan ve hayat kalitesini düşüren anksiyete bozukluğunun tedavisi mümkündür.
İçindekiler
Anksiyete (kaygı bozukluğu) nedir?
Anksiyete belirtileri nelerdir?
Çocukluk dönemine dikkat!
Anksiyete bozukluklarının risk faktörleri nelerdir?
Anksiyete bozukluklarının türleri nelerdir?
Anksiyete neden olur?
Anksiyete tanısı nasıl konur?
Anksiyete tedavisi nasıl yapılır?
Anksiyete ile başa çıkma yöntemleri nelerdir?
Anksiyete (kaygı bozukluğu) nedir?
Psikolojide anksiyete olarak bilinen kaygı, tehlikeli durumlarda, “vücuda meydan okumaya hazır olması gerektiğini haber veren” sinyaldir. Doğal ve gerekli olan kaygı hissedilmeye başlandığında nefes alış verişi ve kalp atışı hızlanarak kaslara daha fazla oksijen gitmesi sağlanmaktadır. Böylece vücut, tehlikeli durumlara kendini hazırlamış olmaktadır. Tehlikeli durumların farkına varmak gerektiğinde kişi bu dürtüyle tetikte beklemektedir. Doğal anksiyete olarak adlandırılan bu dürtü sayesinde, trafikte yaşanacak herhangi bir tehlikeli durumda direksiyona ani müdahale etme, sınavda daha iyi performans sergileme gibi durumlara yardımcı olmaktadır. Aslında kaygılanmak, günlük hayatta sorunlarla baş edebilmek ve hayati durumlarla karşılaşıldığında hızlı karar verebilmek için gereklidir.
Anksiyete bozukluğu ise kaygı duygusunun bir tehlike yokken kendini göstermesi, uzun süre devam etmesi ve çok güçlü hissedilmesidir ki böyle bir durum söz konusuysa tedavi gereklidir. İleri derecede anksiyete bozukluğu kişileri fazlasıyla rahatsız edebilmekte ve günlük hayattaki işlevlerini yerine getirmesini zorlaştırabilmektedir. Kaygı bozukluğu yaşayan kişinin, sosyal yaşamında başka kişilerle olan ilişkileri de olumsuz etkilenmektedir.
Anksiyetesi olan kişiler çoğu zaman endişeyi yoğun bir şekilde hissettiklerinin farkındadır. Ancak kendilerini kontrol edemez ve sakinleşemez. Durum bu seviyeye ulaştığında kişilerin sağlıklı bir hayat sürebilmesi için tedavi olması gerekmektedir.
Anksiyete belirtileri nelerdir?
Özgüvensiz ve değersiz olduğunu düşünmek
Başkaları ile konuşmanın zor olduğuna inanmak
Toplum içinde konuşmaktan ve yemek yemekten çekinmek
Gergin, kaygılı, sıkıntılı ve tanımlanamayacak şekilde tuhaf hissetmek
İnsanların sözleri ile zihnini meşgul etmek
Çevreden kopmak, kaçmak istemek
Kas ağrısı çekmek
Hızlı nefes alıp vermek
Çabuk gerilmek
Titremeye, sallanmaya başlamak
Umutsuz hissetmek
Devamlı ağlamak istemek
Konsantre olamamak
Çabuk yorulmak
Uykusuzluk çekmek
Hatırlamakta zorlanmak
Üzüntülü durumlara yoğunlaşmak
Çocukluk dönemine dikkat!
Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar, beyindeki korku işleme mekanizmalarında hassasiyete yol açarak stres unsurlarına karşı fazla duyarlı olmaya yol açmaktadır. Anksiyete konusunda yapılan araştırmalara göre, çocukluk çağında ortaya çıkan kaygı bozukluklarında hem çevresel hem de genetik faktörler birlikte rol almaktadır. Yukarıda sayılan kaygı bozukluğu belirtilerinden bir tanesi bile çocuklarda bulunuyorsa, vakit kaybetmeden uzman desteği almakta yarar olacaktır.
Anksiyete bozukluklarının risk faktörleri nelerdir?
Aşağıda sıralanmış olan faktörlerin içinde yer alan kişilerde anskiyete problemi görülme olasılığı yüksektir.
Ayrılma olaylarına aşırı duyarlılık
Öfkeye ve bağımlılığa yatkınlık
Çocukluk döneminde fiziksel veya cinsel istismar
Stresli yaşam alanları
Sorunlu bağlanma şekilleri
Dağılma anksiyetesine yatkınlık
Anksiyete bozukluklarının türleri nelerdir?
Saplantı bozukluğu (obsesif kompulsif bozukluk): Tekrar eden takıntılı ve saplantılı davranışlardır. İstem dışı oluşan ve gelişen düşünceler yüzünden kişiler devamlı korku halindedir. Bu düşünceleri bastırmak için kişiler devamlı ellerini yıkar, kapının kilidini ve ocağın kapalı olup olmadığını kontrol eder. Toplumda bu durum "takıntı" olarak değerlendirilse de aslında psikolojik hastalıklardan bir tanesidir. Eğer kişiler takıntı olarak adlandırılan bu ritüelleri gerçekleştirmezse anksiyete daha fazla kötüleşebilir. Zaman alan bu saplantılar yüzünden kişiler yapması gerekenleri yapamaz ve daha çok yorulur.
Panik atak: Hayati bir durum olmamasına rağmen kişide kuvvetli bir endişe ve korku hissettiren rahatsızlıktır. Panik atak belirtileri çok şiddetli olduğundan, panik atak geçiren kişiler felç ya da kalp krizi geçiriyormuş hissine kapılabilir. Panik atak durumu ortaya çıktığında kalp atışı ve kalp nabız atışı hızlanmaktadır.
Anksiyete ile panik atak belirtileri birbirine benzese de farklı sorunlardır. Anksiyetede sürekli devam eden tedirginlik vardır ve bilinçaltında devamlı kendini hissettirir. Panik atakta kişi kendini saldırıya uğramış ve tehlikede hisseder, bayılacağını sanır, kalbi hızlı atar ve nefesi kesilir. Ataklar birkaç dakika ya da birkaç saat sürebilmektedir.
Travma sonrası stres: Travmatik bir olay sonrası hissedilen korkular ve bedensel tepkilerdir. Kişiler bu korkunç olayları tekrar gözünün önüne getirerek yeniden yaşamaktadır. Fiziksel ağrılar ve uykusuzluk, travma sonrası stres yüzünden ortaya çıkabilen durumlardandır.
Genelleştirilmiş kaygı bozukluğu: Kişinin her konuda tedirgin ve kaygılı hissetmesidir. Eve hırsız girmesi, deprem olması, sevdiklerinin hastalanması, borçları ödeyememek gibi kontrol edilemeyecek durumlara endişelenmek, kişiyi huzursuz ve geceleri uyuyamaz hale getirebilmektedir.
Agorafobi: Kişinin anksiyete yaşaması durumunda hızlıca yardım göremeyeceğinden korkmasıdır. Bu rahatsızlığı olan kişiler sinema salonları, doğa aktiviteleri, toplu taşıma araçları gibi doktora uzak olan yerlerde bulunmak istemez.
Sosyal fobi: Kalabalık ortamlarda kişilerin küçük düşürülme ya da aptal duruma düşme korkusu yaşamasıdır. Bu rahatsızlığı olan kişiler, kalabalıkta yüksek sesle konuşmaya, yemek yemeye ve davetlere katılmaya çekinmektedir.
Anksiyete neden olur?
Pek çok ruhsal bozukluk gibi anksiyete bozukluğunun da tam olarak nedeni anlaşılamamaktadır. Bazı kişilerde çok stresli ve travmatik bir olay sonrası gelişebildiği gibi bazı kişilerde de sebep olmaksızın ortaya çıkabilir.
Yaygın anksiyete bozukluğu, beyinde doğal olarak bulunan birtakım kimyasallarda oluşan dengesizlik sebebiyle görülmektedir. Bu kimyasallar, nörotransmiter olarak adlandırılan serotonin ve neropinefrindir. Kaygı bozukluğu sadece beyin kimyasallarındaki dengesizlik yüzünden değil vücudun biyolojik sürecinden, çevre ve deneyimlerden ve genetik faktörlerden de kaynaklanabilmektedir. Genetik ve çevresel faktörlerin yanı sıra kişilerin ruhsal durumu ve mizacı da anksiyete ile yakından ilgilidir.
Anksiyete tanısı nasıl konur?
Devamlı kaygılı düşünceler, günlük hayatı ve sosyal çevreyi etkilemeye başladıysa alanında uzman biri tarafından anksiyete testi yapılması ve tanı konulması gerekmektedir. Yaygın anksiyete bozukluğuna tanı koymak güç olduğu için uzman kişinin soracağı birtakım sorulara samimi ve doğru cevap vermek çok önemlidir.
Anksiyete tedavisi nasıl yapılır?
Psikolojik terapi ve ilaç ile kaygı bozukluğu tedavisi gerçekleştirilmektedir. Bunun için ilk yapılması gereken şey ise psikiyatri uzmanına başvurmaktır. Tedaviye başlamadan önce kapsamlı bir değerlendirme sürecinden geçilmektedir. Anksiyete belirtilerinin fiziksel hastalıklar yüzünden oluşup oluşmadığını anlamak için çeşitli testler ve incelemeler yapılmalıdır.
İlaç tedavisi: Çeşitli depresyon ilaçları (anti depresanlar), anksiyete tedavisi için anksiyete semptomlarının giderilmesi için kullanılmaktadır.
Psikolojik terapi: Bilişsel davranışçı terapi ve konuşma terapisiyle, olumsuz düşüncelerin yerine olumlu düşünceleri koymayı öğrenmek mümkündür. Bilişsel davranışçı terapi, kişilerde anksiyeteye sebep olan düşüncelerin köküne inmeyi ve sorunun çözümü için farklı davranış alışkanlıkları edindirmeyi sağlamaktadır.
Anksiyete tedavisi için bu yöntemlerden biri ya da ikisi bir arada da kullanılabilmektedir. Kişiye hangi tedavinin uygun olduğunu anlamak için doktor ve danışan birlikte karar vermektedir. Herkes için aynı anksiyete tedavisi uygun olmayabilir.
Anksiyete ile başa çıkma yöntemleri nelerdir?
Nefes egzersizleri:Doğru nefes almak, sakinleşme konusunda son derece etkilidir. Nefes egzersizlerini öğrenerek sakinleşmeyi ve yeniden odaklanmayı gerçekleştirebilirsiniz.
Ayağa kalkma ve vücudu dik tutma: Korku veya tehlike hissedildiğinde bilinçaltından gelen bir dürtüyle öne eğilerek kalbi ve akciğerleri koruma durumu oluşmaktadır. Ayağa kalkmak ve dik durmak, vücuda her şeyin normal olduğu mesajını vererek sakinleşmenize yardımcı olacaktır.
3-3-3 kuralını uygulama:Anksiyete krizinin başladığını hissettiğinizde 3-3-3 kuralını uygulayarak sakinleşebilirsiniz.
Etrafınızdaki üç şeyin ismini söyleyin.
Duyduğunuz üç sesi söyleyin.
Vücudunuzu üç bölümünü; parmaklarınızı, bileklerinizi ve kolunuzu oynatın.
Kaygı randevusu oluşturma: Sizi kaygılandıran tüm detayları bir yere not edin ve bunları düşünmek için kendinize bir zaman dilimi belirleyin. Böylece tüm gün aynı korkuları yaşamak yerine günün belli zamanını bunun için ayırabilirsiniz.
İçinde bulunduğunuz ana konsantre olma: Gelecek zamanda olacakları düşünmek yerine şimdi bulunduğunuz zamana odaklanın. Kaygılanmanıza neden olacak bir şeyin olmadığını kendinize hatırlatın.
Kendinizi meşgul edin: Anksiyete krizinin geldiğini fark ettiğiniz anda kendinize meşgul olabileceğiniz şeyler bulmaya çalışın. Yürüyüş yapmak, kitap okumak, film/video izlemek, kaygılı düşünce kalıplarından uzaklaşmanızı ve kontrolü elinize almanızı sağlamaya yardımcı olabilir.
Şekerden uzak durma: Fazla şeker tüketimi anksiyeteyi tetiklediği için anksiyete krizinin geldiğini fark ettiğiniz anda şekerli gıdalardan uzak durun. Onun yerine proteinli gıdalar yemeyi ve su içmeyi tercih edin.
Panik Atak
Panik atak nedir? Panik atak belirtileri ve tedavi yöntemleri nelerdir?
Panik atak gerçek bir tehlike veya görünürde belirgin bir neden olmamasına rağmen şiddetli fiziksel belirtilerle kendini gösteren yoğun korku atağıdır. Panik atak anı çok korkutucudur, kişi kalp krizi geçirdiğini veya öleceğini düşünebilir. Bir çok insan hayatları boyunca bir ya da iki panik atak geçirebilir. Ancak panik ataklar sürekli tekrarlıyorsa panik bozukluğundan bahsedilir.
İçindekiler
Panik atak belirtileri nelerdir?
Panik atak nasıl gelişir?
Panik atak nedenleri nelerdir?
Panik atak kişinin hayatında ne gibi değişikliklere yol açar?
Panik atak tanısı nasıl konur?
Panik atak tedavisi nasıl yapılır?
Panik atak belirtileri nelerdir?
Çarpıntı, nefes darlığı, terleme, titreme, soluğun kesilmesi, göğüs ağrısı, göğüsde baskı hissi, bulantı, karın ağrısı, baş dönmesi, bayılacak gibi hissetme, sersemlik, kendini ve çevreyi başka türlü algılamak, çıldıracak gibi hissetme, ölüm korkusu, uyuşma, üşüme veya ateş basmaları başlıca panik atak belirtileridir.
Panik atağın en belirgin özelliği nerede ve ne zaman ortaya çıkacağının bilinmemesidir. Aniden ortaya çıkar, 10 dakikada en yüksek seviyesine çıkar ve genellikle 15 dakika içinde sonlanır. Uykuda bile panik atak gözlenebilir.
Panik atak yaygın anksiyete bozukluğunun bir parçasıdır. Kadınlarda daha sık görülür.
Panik atak nasıl gelişir?
Kişi panik atakları yaşadığında bu ana ait olumsuz tecrübeyi üzerinden atamaz. Sürekli olarak korku duyduğu o ana ve görülen bedensensel yanıtlara karşı bir beklenti taşır. Her an panik atak geçirme korkusuna panik bozukluk denir.
Panik atak nedenleri nelerdir?
Genetik faktörler: genetik yatkınlık çevresel faktörler ile birleştiğinde panik atak ortaya çıkabilir.
Kimyasal ajanlar: Bazı ilaçlar ve karbondioksit panik atağı ortaya çıkarabilir.
Anatomik bozukluklar: Beyin sapında bulunan mavi nokta olarak adlandırılan bölgenin görevini tam olarak yapmamasından dolayı sürekli korku hali yaşanabilir.
Beyinde bulunan GABA, serotonin, noradrenalin gibi maddelerdeki dengesizlikler. Psikiyatride kullanılan ilaçlar bu maddelerdeki dengeyi sağlar.
Antidepresan ilaçlar: İlk başlandıklarında panik atak belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olabilirler.
Kafein, sigara, alkol ve uyuşturucu maddeler panik atak sıklığını artırabilirler.
Sakinleştirici ilaçların aniden bırakılması panik atağı tetikleyebilir.
Hızlı soluk alıp vermek panik atağı başlatabilir.
Kişilik yapısı: Çekingen, histerik, borderline ve obsesif kompülsif kişilik özelliklerine sahip insanlarda panik atak daha sık gözlenmektedir.
Sevilen birinin kaybı gibi ağır duygusal travma.
Cinsel saldırı altında kalmak.
Boşanma.
Çocukken istismara uğramak.
Panik atak kişinin hayatında ne gibi değişikliklere yol açar?
Tedavi edilmeyen panik atak yaşam konforunu ciddi anlamda bozabilir. Bunlar:
Sürüş korkusu, evden çıkma korkusu
Sık sık tıbbi bakım alma isteği
sosyal ortamlardan kaçınma
İş ve okulda sorunlar
Depresyon, anksiyete ve başka psikiyatrik sorunlar.
İntihar ve intihar düşünceleri
Alkol ve madde kullanımına eğilim
Finansal problemler
Panik atak tanısı nasıl konur?
Panik atak pek çok hastalığı taklit edebilir. Bu nedenle öncelikle hastadan ve yakınlarından doğru öykü almak önemlidir. Hastaya EKG, tiroid testleri , kan sayımı ve solunum fonksiyon testi yapılabilir.
Panik atak tedavisi nasıl yapılır?
Panik atak tıbbi tedavisi bulunmaktadır. Ancak tedaviyi kestikten sonra bazı vakalar tekrarlama göstermektedir. Panik atak tedavisinde ilaç tedavisinin yanısıra gevşeme ve solunum egzersizleri faydalı bulunmuştur. Panik atak tedavisinde hipnoz kullanılan başka bir terapi yöntemidir. Hipnoz esnasında yapılan telkinlerle bazı kişilerin korkularından kurtulduğu gözlenmiştir. Panik atak hastalarına ayrıca düzenli egzersiz yapmaları önerilir. Egzersiz esnasında beyindeki kimyasal maddeler arasında denge sağlanmakta ve endorfin miktarı artış göstermektedir. Psikoterapi panik atak tedavisinde son derece önemli bir yere sahiptir.
Bİr panik atak hastasıysanız şunlar kesinlikle olmaz:
Boğulmazsınız
Kalp krizi geçirmezsiniz
Kontrolü ve dengeyi kaybetmezsiniz
Bayılmazsınız
Delirmezsiniz
Eğer panik atak hastasıysanız şunları yapın. Tedavi planınıza sadık kalın. Yeteri kadar uyuyun. Stresle baş etme becerilerini öğrenin. Alkol, sigara ve aşırı kafein tüketiminden uzak durun. Düzenli egzersiz yapın.
Sağlıklı günler dileriz.
Cinsel Bozukluklar
Cinsellik denince sadece cinsel birleşme değil; duygusal, dokunsal, iletişimsel, paylaşım, aşk ve yakınlaşma akla gelir.
Cinsel ilişki her iki kişinin arzusu ve isteğiyle, zorlama olmadan yaşanması gerekir. Sağlıklı cinsel ilişki özgürce yaşanan, yakınlaştıran, mutlu hissettiren fiziksel ve ruhsal bütünlük oluşturan haz kaynağıdır. Cinsellik kişilerin bulunduğu toplumun kültürel yapısına, yaşayışlarına, fiziksel görünümlerine, inanışlarına, kişilik özelliklerine ve ruhsal durumlarına göre farklılık gösterir. Fakat sağlıklı cinsel ilişki bunu zorlamadan yaşayan, kendilerine özel kılınan, sevdikleri ve sevmediklerine göre, tercihlerine göre zevk almayı ve vermeyi esas kılan sonunda mutlu hissettiren, kimyası uyan yakınlaşmadır.
Cinsel kimlik çok küçük yaşlarda kazanılırken, cinsel bilgi çok geç ve doğru bilinen yanlışlarla öğrenilir. Daha çok küçük yaşlarda ayıplanan, yasaklanan, konuşulmayan, korkutulan bir toplumun bireyi cinsel haz yerine cinsel zorlanma şeklinde bir ilişkiye maruz bırakılır. Kişilerin ilişkilerinde yaşadığı sorunların cezalandırıldığı alan cinsel ilişki olabildiği gibi, sorunlarının çözüldüğü, bağışlandığı yakınlaşma da cinsel ilişkidir. Bu kadar hassasiyet ve değişkenin olduğu cinsellik her türlü handikaba açık demektir.
Toplumda cinsel ilişki fiziksel hastalıklardan çok ruhsal sorunlardan dolayı olumsuz etkilenir. Tam tersi cinsel sorunlar tek başına olduğunda ruhsal sorunların oluşmasına, kişiler arası ilişkinin bozulmasına sebep olabilir. Cinsel ilişki esnasında iletişim kurmak bedensel, ruhsal ve sözel iletişim esasına göre şekillenir. Bunlardan birinin yokluğu diğerlerinin de olumsuz etkilenmesine sebep olabilir. Nasıl ki sosyal iletişimde kendini ifade etme önemliyse cinsel ilişkinin de iletişim dili önemlidir.
Cinsel sorunlar kadın ve erkekte farklı sebeplerden aynı sorunlara yol açar. Bunlar cinsel isteksizlik, cinsel uyarılma ve orgazm sorunlarıdır. Anatomik ve fiziksel sorunları dışarda tutarsak psikolojik sebepleri çok fazla etkiler.
Cinsel işlevselliği bozan durumlar; kadının ve erkeğin bulunduğu topluma göre yetiştirilme tarzı, geleneksel cinsel rolü, kimliği, ebeveynlerle kurulan sağlıksız ilişki, katı dini ve ahlaki inançlar, otoriter bir aile yapısı, kişilik sorunları, cinsel kimlik ve yönelim sorunları, cinsel taciz ve travmalar, cinsel fobi ve kaçınmalar, ilişki çatışmaları ve partnere karşı ilgi kaybı, performans kaygısı, psikiyatrik sorunlar sayılabilir.
Cinsel terapide kişinin cinsellik hakkında ilk tanışması ile başlayan hikayesi tüm ayrıntılarına kadar dikkatlice değerlendirilmelidir. Çünkü zincirin halkası nerden kırıldıysa tüm cinsel ilişkiyi etkileyeceği için sorunun büyümesine sebep olmuş olabilir.
Kendi cinselliğini tanıması bir insan için bazen çok uzak olabilir. Bunun sonucunda karşısındaki kişinin ve kendisinin ne istediğini ve nasıl olması gerektiğini ifade edemeyebilir. Böyle bir durumda uygun bir cinsel danışmanlık bile sorunu çözer. Fakat sorun anılarındaki olumsuz yaşantılarda ise bunun çözümlenmesinde bireysel terapiye de ihtiyaç duyulabilir.
Cinsel doyuma ulaşmak için cinsel birleşme ve orgazm olması her zaman gerekmez. Fakat bu sorunları yok saymak da doğru olmaz. Kadınların kendilerini cinsel ilişkiye hazırlamaları erkeklere göre daha özen gösterilmesi ve duygusal yönü daha ön planda olması ile ayrılır. Erkeklerde ise performans kaygısı kadının yakınlık gösterip, kaygısını anlamaya çalışması ile daha kolay aşılır.
Cinsel fanteziden yoksun bir ilişki bir süre sonra çekiciliğini kaybedebilir. Cinsel yakınlaşmanın koşullarının hazırlanmasında bedenlerin hazırlanması ve cinsel ilişkiye odaklanma haz ve doyumu beraberinde getirecektir. Saymakla bitmeyen cinsel mitler ve inanışlar doğru cinsel bilgiye ulaşılarak karşılıklı iletişimle aşılabilir. Cinsel tecrübe aynı partnerle daha etkin bir cinsel birleşme ile ilişkiyi her zaman dinamik tutacaktır.
Cinsel terapide kadın ve erkekte cinsel soğukluk, isteksizlik, cinsel uyarılma ve orgazm sorunu dışında kadında vajinismus, cinsel tiksinme ve ağrılı cinsel ilişki, erkekte ise sertleşme sorunu, erken boşalma ve geç boşalma görülür. Bu sorunların her birinin tek tek ele alınacağı sebepleri ve çözümleri üzerine danışan odaklı terapi teknikleri sitemizde paylaşılacaktır
Fobiler
Fobi nedir?
Psikolojide bir tür kaygı bozukluğu olarak ele alınan, kişinin bir nesne veya durumla ilgili yaşadığı belirgin, aşırı korku ya da kaygıya fobi denir. Fobi kaynağı olan nesne veya durum neredeyse her zaman korku doğuruyor. Buna kaçınmalar eşlik ediyor ve bu korkular 6 aydan uzun sürüyor. Fobiler şu başlıklara ayrılabilir:
Özgül fobiler (Nesneleri belirli fobiler; hayvan (örneğin örümcek), doğal çevre (yükseklik, fırtına), kan-iğne-yaralanma, durumsal (uçak, asansör, kapalı yer) ve diğer (özel giysili kişiler)
Sosyal fobi (Başkalarının gözleyebileceği ve değerlendirebileceği durumlarla ilgili korku)
Agorafobi (Kaçamayacağınızı düşündüğünüz açık veya kalabalık alanlarda hissedilen korku)
Fobilerimizin sorumlusu beynimiz
Aslında beynimiz her daim tehlike aramaya programlıdır. Bu bizim hayatta kalmamızı sağlar ve gereklidir. Ancak bazı durumlarda düşüncelerimiz ve anlık korkularımız bazı nesnelerin veya durumların daha fazla tehlike içerdiğine ikna oluyor. Bu inanç, bu nesnenin artık diğer nesnelerden daha ön planda tutulmasına, ona yaklaştıkça beynimizin kendini korumak için çeşitli kimyasallar yoluyla bize korku hissettirmesine ve hayatta kalma sistemlerinin çalışmasına sebep oluyor. Algımız artık gerçeğimiz haline geliyor.
Fobiler kalıtsal olarak geçebiliyor
Bazı fobiler hemen herkeste görülüyor ve evrensel olarak ele alınıyor. Bazı fobiler ise kişiye özgüdür. Bunun yanı sıra kültüre özgü fobiler de bulunuyor. Fobiler farklı şekilde ortaya çıkabiliyor. Çocukluk çağında bir nesne veya durumla ilgili doğrudan, yani deneyim sonucu görülebiliyor. Ya da dolaylı olarak; sıklıkla fobiye sahip bir yakınımızdan öğrenme yoluyla gelişebiliyor. Kan ve enjeksiyon ile ilgili fobiler ise kalıtsal olarak aktarılıyor.
Yetişkinlikte ise yaşanılan yaşam olaylar sonucu, çoğunlukla karmaşık fobiler gelişebiliyor.
Bu fobileri hiç duydunuz mu?
Binlerce ilginç fobi mevcuttur. Örneğin; ertophobia (aşk fobisi), geliophobia (kahkaha fobisi), ornithophobia (kuş fobisi), turophobia (peynir fobisi), trypophobia (delik fobisi). Bu özgül fobiler az rastlanan ve kişinin deneyimine dayanarak gelişen fobilerdir.
Fobiler tedavi edilebilir!
Her insan bazı nesnelerden veya durumlardan bir dereceye kadar korkar ve korku gereklidir ancak fobi söz konusu olduğunda bu korku çok şiddetli, aşırı, işlev bozucu bir hal alabiliyor. Bu noktada müdahale gerekiyor. Psikoterapi fobiler için en etkili yoldur. Kişinin yaşadığı korkuyu netleştirmesi ve onunla yüzleşmesinde farklı teknikler uygulanabiliyor. Amaç fobi haline gelen nesnenin veya durumun korku şiddetinin azaltılmasıdır. Bazı fobiler nesneye bağlanmamış olabiliyor. Kişinin bu fobiye verdiği anlam ve kendini koruma gerekliliği, yaşadığı çatışmalar terapi odasında ele alınıyor. Fobi tedavisi, kişiye, yaşadığı fobiye ve bunun bilinen başlangıcına göre değişiyor. Kişinin korkusuyla güvenli bir ortamda (bu ortam gerçek hayat da olabilir, görselleştirme yoluyla terapi odası da) tolere edeceği ölçüde karşılaşması sağlanabiliyor veya bu korkunun onun için anlamı çalışılabiliyor.
Aile ve Çift Danışmanlığı
Evlilik terapisi; birbiriyle çatışmada olan iki insanın etkileşimini değiştirmek için düzenlenmiş bir psikoterapi biçimi ve karı koca arasındaki sorunlar üzerinde yoğunlaşan bir terapi yaklaşımıdır.
Evlilik/Çift Terapisti Kimdir?
Evlilik terapisti; psikiyatrist, psikolog ya da psikolojik danışman olup, Evlilik Terapisi Eğitimi almış kişilere denir.
Evlilik terapistleri, çeşitli teknikler kullanarak eşlerin adil bir şekilde duyarlı oldukları konuları tartışabilmelerini, kendilerini anlamalarını, yeni ilişki ve etkileşim becerileri kazanmalarını ve sorunları konusunda bir içgörü kazanmaları konusunda çiftlere yardım eder.
Evlilik/Çift Terapisinin Amacı Nedir?
Evlilik terapisi, sorun olmadığında da alınabilir!! Her evliliğin bakıma, yenilenmeye ihtiyacı vardır...
Terapide genel amaç, eşler arasındaki çatışmaları azaltmak, çözmek ve aynı zamanda eşler arasında var olan etkileşim sisteminin dengesini değiştirmeye çalışmaktır.
Evlilik terapisti, çiftleri ve bireyleri etkileyen ilişki içindeki farklı ve zor konuları fark edip, düşünebilmelerinde yardımcı olur. Bağlılık, kıskançlık, öfke kontrol bozukluğu, güvensizlik, evlilik dışı ilişkiler, cinsel sorunlar, boşanma ve ayrılıklar, zayıf iletişim, aile içi kötü muamele vb. nedenlerin tümü, çiftler ya da bireyler için tartışma konusu olabilir. Çiftler bu tür bir sorunla başa çıkamadıklarında, nitelikli bir evlilik terapistinden yardım istemelidir.
Evlilik/Çift Terapisinde Görüşmeler Gizli Tutulur
Bireysel ya da çiftlerle yapılan görüşmeler, gizli tutulur. Terapist bu güveni ve teminatı en başta vermelidir.
Neden Evlilik / Çift Terapisi?
Evlilik terapisi, daha mutlu ve olumlu bir çözüm için uygun olan adımdır…
Evlilik terapisti genellikle bir kriz anında ya da umutsuzlukta aranmaktadır. Aslında normal bir ilişki gidişatı içinde, herhangi bir noktada, evlilik terapistinden yardım alınabilir. Eşle ya da partnerle konuşabilmek ya da bazı şeyleri düşünebilmek adına terapiye zaman ayırmak yaygın olarak görünen bir durumdur. Evlilik terapisi, daha mutlu ve olumlu bir çözüm için uygun olan bir adımdır.
Evlilik çatışması insan yaşamındaki problemlerin en rahatsız edici olanlarından biridir. Her evlilikte bazı problemler yaşanır ancak, kimi zaman problemler çiftlerin derin bir hayal kırıklığı yaşamasına ve evliliğin devamını sorgulamaya kadar varabilir. Oysa bu olumsuz gidişi durdurmak mümkündür. Çiftler bunu bazen kendi çabalarıyla, problem çözme becerileri geliştirerek başarabilseler de, çoğu zaman profesyonel bir yardım gerekmekte ve evlilik terapisine ihtiyaç doğmaktadır.
Çatışmalı evlilikler çoğu insanın evlilik yaşamındaki iniş çıkışlardan farklı bir durum arz eder. Sorunlu evliliklerde ilişkideki hayal kırıklığı öyle bir gelip bir gitmez, ara sıra hissedilen bir duygu değil süreğendir ve kişiler evliliklerinden derin bir tatminsizlik duyarlar. Bu tür evliliklerde sık ve giderek şiddeti artan kavgalar yaşanır. Kavgalar çözüme götürmez, sadece tükenmişlik hissi yaratır. Ama sorunlu evliliklerdeki ilişki her zaman kavgalı değildir. Bazı evliliklerde kavga yoktur ancak ilişki kaliteli değildir, eşler birbirlerinden tamamen kopukturlar; birbirleri için bir şeyler yapmayı ve iletişimi tamamen keserler, bu durumda evlilik yaşamında işler daha da kötüye gitmeye başlar.
Çözüme kavuşmayan sık tartışmalar, olumlu duyguların kaybı, arkadaşlık, seks ve canlılığın azalması evliliğin sorunlu olduğunun işaretleridir. Önemsememe, içe çekilme, şiddet ve bağlantının tümüyle kopuk olması söz konusuysa eğer evliliğin büyük bir problem içinde olduğunu ve boşanma riskinin yüksek olduğunu söylemek mümkündür. Evlilik çatışmasından söz etmek için resmi olarak evli olmak şart değildir. Uzun dönemli ciddi ilişkilerde de bu tür problemlerle evlilik/çift terapisine ihtiyaç duyulabilir.
Bazen de evlilik problemleri direkt olarak bireysel problemlerin sonucudur (örn: alkol-madde kullanımı) ve evlilik iyi gidiyor gibi bile görünebilir. Böyle bir durumda tek bir sarsıcı olay bile evliliği strese sokmaya yetebilir. Örneğin sağlam evliliği olan bir çift, evlilik dışı ilişki gibi sarsıcı bir olayın üstesinden gelebilirken süregelen sorunları üstü kapalı bir şekilde yaşayan çiftlerde sonuç daha olumsuz olabilir.
Cinsel sorunların tedavilerinde de evlilik terapisi gerekmektedir. Çünkü cinsellik ve evliliğin diğer bölümleri birbiri ile ilişkilidir. Bazen evlilikteki sorunlar cinsel yaşamı etkilerken, bazen de cinsel sorunlar evliliğin bütününü etkiler. Araştırmalar cinsel işlev bozuklukları ve evlilik sorunlarının her zaman olmasa da çoğunlukla bir arada görüldüğünü ortaya koyuyor. Cinsellikte iki insan arasında bir ilişki yaşanır, sadece bu ilişkide duygular günlük iletişimden farklı olarak yalnızca sözlü olarak değil bedenle de ifade edilir, dolayısıyla bu alandaki bir sorunun da iletişim olmadan çözülmesi düşünülemez. Eşlerin cinsel sorunu evliliğin diğer alanlarından bağımsız bir problem olsa bile, sorunu çözerken aralarında uyum ve işbirliğinin olması gerekir ve bu iletişim de evlilik terapisi ile sağlanır.
Çocuklara ait sorunların tedavisinde de evlilik terapilerinden faydalanmak gerekebiliyor. Eşler arasındaki huzursuzluk ve gerginlikler çocukları doğrudan etkiler. Bu nedenle çocuklardaki psikolojik veya psikiyatrik bir problemi tedavi edebilmek için anne-babanın evliliğindeki sorunların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Araştırmalar anne-baba arasındaki çatışmaya maruz kalan çocuklarda davranış problemleri ve duygusal sorunların daha fazla olduğunu gösteriyor. Ailede yaşanan uyumsuzluklar, çocukların sadece iç yaşantısına değil onların sosyal ilişkilerine de etki eder. Çocuklar iletişim kurma ve problem çözmede anne-babayı örnek alırlar. Bu nedenle çocukları sağlıklı kılmak için, evliliği sağlıklı kılmak gerekmektedir. Çocuğun problemi, anne-babanın evlilik ilişkisinden bağımsız gelişen bir sorun olsa bile; tedavi sürecinde ebeveynin birlikte hareket etmesi gereklidir ve bu da iyi bir ilişki ve işbirliğini gerektirir, bu noktada evlilik terapisi fayda sağlar.
Özetle Evlilik Terapisine Başlıca Başvuru Sebepleri:
Eşler arasında iletişim eksikliği ya da yanlış iletişim,
Akrabaların ve anne babaların evliliğe müdahale etmesi ve eşlerin bu konuda gerekli sınırları çizememesi,
Eşler arasında öfke kontrol problemleri,
Aldatma ve sadakatsizlik sorunları,
Eşlerin üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmemesi,
Eşlerin birbirine karşı ilgi ve sevgilerinin azalması,
Eşler arasında yaşanan cinsel problemler,
Çocukların yetiştirilmesi ile ilgili sorunlar,
Çok sık tartışma ve küsmelerin olması gibi konular evlilik terapisine başlıca başvuru sebepleri arasında sayılabilir.
Ama burada dikkat edilmesi gereken bir noktayı gözden kaçırmamak gerekir ki; eşler genelde bıçak kemiğe dayanınca, boşanmadan önce son çare diye evlilik terapisine başvurmaktadırlar. Bu durum evlilik terapisi sürecini ciddi anlamda zorlamaktadır. Bu nedenle problemler kronikleşmeden, ilişki iyice sarpa sarıp tüm akrabalar işin içine girmeden önce evlilik terapistine başvurmalısınız.
Evlilik/Çift Terapisi Nasıl Uygulanır?
Evlilik/Çift Terapisinin uygulanmasında bir çok terapi yöntemi vardır. Bazıları beceri ve pratiği arttırır. Bazıları geçmişe daha çok yönelir ve işlerin nasıl bu hale geldiğine bakar. Bir kısmı da ikisini birleştirir.
Elit Psikolojik Danışmanlık bünyesinde uygulanan Evlilik Terapilerinde; çiftlerin terapiye başvurma nedenleri ne olursa olsun, öncelikle evlilikleri tüm yönleriyle değerlendirilir. Değerlendirme sürecinde, birlikte ve ayrı görüşmeler yapılarak her iki taraftan da sorunu ve sorunun tarihçesini kendi gördüğü açıdan tanımlaması istenir. Her birinin çözüm konusundaki öneri ve düşünceleri alınır ve terapiden beklentileri belirlenir. Bu süreçte, eşlerin kişilik özelliklerinin evliliğe yansımasını anlamak için her ikisine de psikometrik testler ve evlilikteki sorunların türünü ve şiddetini belirlemeye yarayan bazı ölçekler uygulanır. Birleşik seanslarda eşlerin birbiriyle iletişim tarzı ve aralarında nasıl bir etkileşim olduğu gözlenir, birbirlerine söylediklerinin aynı anlamlarda işitilip işitilmediğine bakılır.
Terapi süresince ilişkide değişimi sağlamak amacıyla terapist tarafından bir seanstan diğerine gelene kadar uygulanacak bazı ev ödevleri verilebilir. Bu ödevlerin uygulanmasının birkaç faydası vardır. Bir yandan eşler yaşadıkları sorunların denetlenebileceğini görmüş olurlar. Diğer bir faydası da çözümlerin ve asıl kalıcı değişimlerin kendileri dışından gelmediğini, terapi/terapist tarafından uygulanan yöntemlerle ilgili değil de aslında kendi davranışlarında yaptıkları değişikliklerle olacağını görmeleri ve yaşamlarında güven duygusunun artması açısından önemlidir.
Terapinin süresi yaşanan problemin türüne, yoğunluğuna ve kişilerin değişim hızına göre değişebilir. Görüşme sayısı gelişmelere göre belirlenir. Görüşme aralıkları; seanslarda ele alan konuların yaşama geçmesine fırsat tanıyacak kadar uzun ama eski alışkanlıkların sürmesine izin vermeyecek kadar kısa zaman diliminde olması dikkate alınarak düzenlenir. Başlangıçta genel olarak haftada bir olarak başlanan seanslar, ilerleme sağlandıkça değişimin kişilerin kendi gayretleri ile de sürdüğünden emin olmak için aralıklar açılarak ve sonlara doğru seyreltilerek terapi sonlandırılır.
Evlilik terapisine başlamak kolay değildir. Evlilik gibi oldukça özel bir yaşamın sorunlarını, tanımadığı bir kişiyle paylaşmak çoğu insan için zordur ve problemlerin bir terapistin önünde tartışılması düşüncesi hoşa gitmeyebilir. Çiftler kendi başlarına sorun çözmeye çalışıp da başarısız oldukları ve konuşmalar çoğunlukla çözüm getirmeyen kavgalara dönüştüğü için terapi sürecinde de bunun yaşanmasından korkulur. Oysa terapi sürecinde, üçüncü bir kişi olarak terapistin karşısında, sorunlar tartışılsa bile kavganın şiddetlenmesi olası değildir, çünkü terapist duruma müdahale eder ve uygun yönlendirmelerle çiftler giderek problem çözücü konuşmayı ve etkili iletişim ilkelerini öğrenirler. Konuşabilmeyi ve problem çözücü tartışabilmeyi öğrendikleri için iletişimde kendi başlarına iken yaşanan tıkanmalar olmaz ve başta zor olsa bile giderek ilerleme yaşanır.
Evliliğinizdeki sorunlar büyümeden, bir Evlilik/Çift Terapistine başvurun!
Borderline ( Kişilik Bozuklukları )
Borderline, kelime olarak sınırda demek. Yani, sınırda kişilik. Galiba bu isim ve gidişindeki dalgalanmalar nedeniyle gençler birbirlerine bu isimle sesleniyor. Genellikle kadınlarda daha sık görülen bu kişilik bozukluğunun görülme oranının gittikçe arttığı söylenmektedir. Bu artışın nedenini, hastalığın oluş nedeninde aramak gerekir. Anne bebek ilişkisinde sık sık bahsettiğimiz, bebeğin anneyle oluşturması gereken bağlanma-ayrışma-bireyselleşme sürecinin, ayrışma kısmında çıkan zorluklar bu soruna neden olur. Aşırı ihmal edilmiş ya da hiç engellenmemiş, anne çocuk ilişkisinde sorun olan, ailenin dengesiz davrandığı, bebekken kayıplar yaşayan, travmaya uğrayan çocuklarda görülür. Değişen toplum yapısı nedeniyle, bu özelliklere sahip çocukların artması, bazı toplumlarda borderline kişilik bozukluklarının artmasına neden oluyor denilebilir. Peki nedir borderline kişilik bozukluğu?
BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞUNUN ÖZELLİKLERİ
Kısaca, kişiler arası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımda tutarsızlık, belirgin dürtüselliğin olduğu, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan bir davranış biçimidir. Bu tanımı biraz açarsak, öncelikle kendisine ilişkin algıları sürekli değişir. Bir an kendini aşırı başarılı, güvenli bulurken, bir anda çok kötü hissedebilir. Bu dalgalanma, iyi ve kötü arasında gidip gelme, ilişkide olduğu insanlar için de geçerlidir. Onları göklere çıkarırken aniden değersizleştirebilir. Bu nedenle, ilişkileri tutarsızdır. Sevgiden nefrete çabuk geçebilir. Bu dalgalanma tüm ilişkilerine yansır. Borderline kişilik bozukluğu olanlar, aşırı terk edilme korkusu yaşar. Bunu engellemek için tehdit etme, intihar girişiminde bulunma gibi yollara başvurabilirler. Kontrolsüz cinsel ilişkiler, sık cinsel eş değiştirme, onlara aşırı bağlıyken nefret etmeye başlama, yanı sıra bazı cinsel sapmalar ve cinsel kimlikte de ani değişimler izlenebilir. Yani, bir borderline kişilik bozukluğu olan kişi ile herhangi bir ilişkiniz varsa, dünyanın en mükemmel insanı, eşi, doktoru, arkadaşı iken, aşırı idealize edilmişken, aniden yerin dibine batırılma riskiyle karşı karşıyasınızdır. Ayrıca, tüm bu değişim saldırganlığa dönüşebilir. Bu saldırganlık kendine karşı olabileceği gibi, size de yönelebilir. Kendine zarar vermenin yöntemi aşırı para harcama, kumar oynama, kontrolsüz cinsel ilişkiye girme, alkol kullanma, tıkınırcasına yemek yeme olabilir. Bazen yardım çağrısı da olabilen intihar girişimleri, kendini ya da ona kötü davrandığını düşündüğü ilişkide olduğu kişiyi cezalandırma yolu da olabilir. Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerin öfkelerini kontrolde zorlukları vardır. Konuşmalarıyla, eşyalara zarar vererek bu öfkeyi dışa vururlar. Bebekliklerindeki sorun nedeniyle, yani anneden ayrışma problemi onların bazı evcil hayvanlarla ya da cansız nesnelerle kendilerini daha iyi hissetmelerine neden olabilir. Baş edemedikleri bir sorun olduğunda kontrollerini tamamen kaybedebilirler.
Aşırı şüpheler, korkular oluşabilir. Depresyon sıklıkla birlikte görülür ve riskleri artırır.
NE YAPABİLİRİZ?
Uzun ve zor bir terapi gerektirir. Yanı sıra alkol, uyuşturucu gibi sorunlar da varsa, terapi zorlaşır. Zaman zaman ilaç kullanılır. Gençlik döneminde başlayan bir sorundur. Eğer ek problemler, saldırganlıklar, intihar gibi nedenlerle farklı sonuçlar oluşmazsa, orta yaş civarında toparlanırlar. 40'lı yaşlarda geçebilir. Borderline hastayla birlikte yaşamak da zordur. İnsanları iyi ve kötü diye ayırdıkları için, herkese buna uygun roller verirler. O rollere girmemek gerekir. Kötü davranıldığını düşünür ve kötü davranılması için her şeyi yapar. Hastalığı iyi anlayarak, olayları değerlendirmek gerekir. Yine de, özellikle bazı ağır olgularda birlikte olmak zor ve yıpratıcıdır. O zaman yakınında olan kişilerin de profesyonel yardıma ihtiyacı olur
Travma Nedir ?
Deprem, sel gibi doğal felaketler, savaşlar, cinsel ya da fiziksel saldırıya uğrama, işkence, cinsel taciz, çocuklukta yaşanan istismar, trafik kazaları, iş kazaları, yaşamı tehdit eden bir hastalığın tanısının konması, tehlikeli bir olaya tanık olmak gibi zorlayıcı ve kişinin başa çıkma yeteneğini aşan olaylar ruhsal açıdan travmatik olaylardır. Ancak her yaşanılan sıkıntı verici olay ''ruhsal travma'' olarak adlandırılamaz.Olayın niteliği kadar olay karşısında verilen tepkiler de önemlidir.
Yaşanılan bir olayın ''ruhsal travma'' olarak adlandırılabilmesi için;
Kişinin gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma,kendisinin ya da başkasının fizik bütünlüğüne karşı bir tehdit olayını yaşamış,böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiş olması,
Bu olay karşısında aşırı korku,çaresizlik ya da dehşete düşme tepkileri vermiş olması gerekir.
(Amerikan Psikiyatri Birliği, Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El kitabı Dördüncü baskı (1994) - DSM IV)
Her travmatik olay tüm bireylerde aynı etki ve sonuca neden olmaz. Travmanın şiddetiyle birlikte kişinin genetik yatkınlığı ve aile öyküsü,ruhsal olgunluğu ve stresle başa çıkma kapasitesi,sosyal destekleri,toplumun travma ve sonrası olaylara karşı bakış açısı ve beklentileri,travmanın genel anlamının yanında kişi için ifade ettiği anlam ve daha önce yaşanan benzer ya da olmayan travmatik yaşamlar gibi faktörler travmayla karşılaşan bir kişide ileride psikiyatrik belirti ve hastalık gelişip gelişmeyeceğini belirler.
TRAVMA İLE İLİŞKİLİ PSİKİYATRİK SENDROMLAR
Travma çok çeşitli psikiyatrik belirti ve hastalıklara yol açabilir. Akut Stres Tepkisi,Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB),Travmatik Yas, Depresyon, Somatoform Bozukluklar,Alkol-Madde Kullanım Bozuklukları,Anksiyete ve Mizaç Bozuklukları, Psikotik bozukluklar,varolan eski psikiyatrik bozukluğun alevlenmesi,kişinin toplumla uyumu ve iş,sosyal yaşantısında aksamalar, çalışma veriminin düşmesi travmatik olaylardan sonra en sık karşılaşılan psikiyatrik bozukluklardır. Ancaktravmalardan sonra en sık rastladığımız psikolojik sorunların başında Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gelir. TSSB genel toplum çalışmalarında %1-14 arasında görülür. Ciddi şiddet olayları,savaşlar ve doğal afetlerin yaşandığı bölgelerde %50'lerin üstüne çıkabilen oranlar bildirilmiştir. Ülkemizde yaşanan 17 Ağustos depremi'nden sonra yapılan çalışmalar, bölgede yaşayan kişilerin %40’ında TSSB bulguları görüldüğünü göstermektedir. TSSB diğer psikiyatrik hastalıkların sıklıkla eşlik ettiği (komorbid bozukluklar) bir bozukluktur.TSSB olan hastaların %80’ ninde başta depresyon olmak üzere diğer psikiyatrik hastalıklar görülür. TSSB'ye en sık eşlik eden hastalıklar arasında panik bozukluk, sosyal fobi,somatoform bozukluklar,alkol ve ilaç kullanım bozuklukları,kişilik değişiklikleri veya bozukluklarını sayabiliriz. Eşlik eden bozuklukların olması TSSB'nin seyrini olumsuz etkiler.
Kadınlarda erkeklere göre daha sık TSSB gelişir. Travma sonrasında olayın etkilerinin devam etmesi, örneğin olayla ilgili yargılamanın sürüyor olması gibi etkenler,travma sonrasında yeterli fiziksel ve psikolojik desteğin sağlanamaması TSSB riskini arttırır.Tedavi edilmeme,yetersiz tedavi ya da uygun olmayan tedavi TSSB 'nin kronikleşmesine neden olabilir. Kronikleşen bozukluk kişinin iş,aile ve sosyal hayatını bozarak kişi ve toplum için önemli bir sorun haline gelebilir.
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU NEDİR?
Travmalardan sonra karşılaşılan en önemli psikolojik sorunların başında gelen Travma Sonrası Stres Bozukluğu'nun belirtileri 3 grupta toplanmaktadır:
1- YENİDEN YAŞAMA BELİRTİLERİ:
Bu grupta yer alan belirtiler; kişinin travmatik olayı elinde olmadan tekrar tekrar anımsaması, olayla ilgili kabus veya sıkıntı verici rüyalar görmesi, bazen olayı yeniden yaşıyor gibi hissetmesi, olayı hatırlatan durumlarla karşılaştıgında yoğun psikolojik sıkıntı duyması ve/veya fiziksel tepkiler yaşamasıdır.
Kişilerin bu belirtilerin hepsini yaşıyor olması gerekmez. TSSB için sadece birini yaşıyor olması yeterlidir.
2- KAÇINMA-KÜNTLEŞME BELİRTİLERİ:
Bu grupta yer alan belirtiler; kişinin olayla ilgili düşünce,duygu ve konuşmalardan kaçınmak için özel çaba sarfetmesi, olayı hatırlatan etkinlik,durum ve kişilerden kaçınması, olayın bazı bölümlerini hatırlayamaması, duygularında donukluk, insanlardan uzaklaşma ya da yabancılaşma hissetmesi, daha önce sevdiği etkinliklere karşı ilgisinde azalma olması ve bir geleceği kalmadığı duygusunu yaşamasıdır.
Kişilerin bu belirtilerin hepsini yaşıyor olması gerekmez. TSSB için sadece üçünü yaşıyor olması yeterlidir.
3- ARTMIŞ UYARILMIŞLIK BELİRTİLERİ:
Bu grupta yer alan belirtiler; kişinin uykuya dalmada ya da uykuyu sürdürmede güçlük çekmesi, çabuk sinirlenme hali ve öfke patlamaları yaşaması, kendini sürekli tetikte hissetmesi, aşırı irkilme tepkileri vermesi, yoğunlaşma ve dikkat güçlükleri yaşamasıdır.
Kişilerin bu belirtilerin hepsini yaşıyor olması gerekmez. TSSB için sadece ikisini yaşıyor olması yeterlidir. Bütün bu belirtilere, suçluluk duyguları, kişilerarası ilişkilerde bozulma, duygulanımda iniş çıkışlar, kendi kendine zarar veren davranışlar, bedensel yakınmalar, utanç,umutsuzluk,değersizlik duyguları, toplumdan uzaklaşma gibi belirtiler de eşlik edebilir.
TSSB belirtileri olaydan hemen sonra görülebileceği gibi, olayın üstünden 6 ay geçtikten sonrada ortaya çıkabilir. Ancak olaydan sonra ki ilk bir ay içinde bahsedilen belirtilerin bir kısmı görülür ve bir ay içinde kaybolursa durumu Akut Stres Tepkisi olarak değerlendirmek gerekir. Eğer tanı koyduracak belirtiler 1 aydan uzun sürerse TSSB olabileceği düşünülmelidir. Bu belirtiler 3 aydan uzun sürerse Travma Sonrası Stres Bozukluğu kronikleşmiş demektir ve bir tedavi arayışına girilmelidir.
Çocuklarda travmanın yeniden yaşantılanması daha değişik olabilir. Travmatik olayla ile ilgili kabuslar oluşur ve bu kabuslar değişerek başka tehdit edici tehlikeler (canavar,dev gibi) olarak yaşanabilir.Travmayı tekrar tekrar yaşantılama doğrudan değil, oyun temalarında görülebilir. Karın ağrısı,baş ağrısı gibi birçok somatik yakınmalar olabilir,tırnak yeme gibi davranışlar ortaya çıkabilir.
TEDAVİ
TSSB'nun tedavisinde iki temel metodtan bahsedilebilir:
1- Psikoterapi: TSSB'nun tedavisinde çeşitli psikoterapi teknikleriyle çalışılmaktadır. Bunlar arasında bilişsel -davranışçı yaklaşımlı terapilerin oldukça yararlı olduğu bilinmektedir.
2- İlaç tedavisi: TSSB'nun tedavisinde ilaç tedavilerinden de yarar görülmektedir.
Eğer herhangi bir ''travmatik olay'' yaşadıysanız ve olaydan sonra bahsedilen belirtilerden veya hastalıklardan bir kısmını yaşıyorsanız; yaşadığınız belirtiler iş,sosyal ve günlük yaşamınızı etkiliyorsa ''zaman herşeyin ilacıdır'' diye düşünmeyi ve bu belirtilerin kendiliğinden geçmesini beklemeyi bırakmalı ve bir ruh sağlığı uzmanına başvurmalısınız. Uygun tedavi metoduyla ruh sağlığınıza kısa sürede yeniden kavuşabilirsiniz...
Pedagoji (Çocuk ve Ergen Psikolojisi)
Bölüm Hakkında
Kız ve erkek çocuklarının kişilik oluşumunda önemli bir etkiye sahip olan çocukluk ve ergenlik dönemlerinde oluşabilecek psikolojik rahatsızlıkların ihmal edilmesi ilerleyen dönemlerde kişilik bozukluklarına yol açabilmektedir. Bunun için bu dönem bir Uzman desteği ile dikkatli bir şekilde takip edilmelidir. Çocuk ve Ergen Psikolojisi Bölümü bu dönemde çocuk ve ergenlerde görülen problemlere ilişkin sağlık hizmeti vermektedir.
“Çocuğunuzda davranış bozukluğu mu fark ettiniz” “sınav stresi mi var” “kardeş kıskançlığı mı yaşıyor” psikolojik danışmanlık desteği alması gerektiğini unutmayın!
Bebeklerde ;
Anne ve babaya bebek danışmanlığı (Gelişimsel aşamalar ve anne-babaların başa çıkma yöntemleri)
Gelişim Testleri (BRUNET-LEZİNE gelişim testi ,DENVER gelişim testi)
Çocuklarda;
Çocuk ve disiplin (kural-ceza sistemi)
2 yaş sendromu
Aile içi iletişim
Çocukta cinsel gelişim -Mastürbasyon
Tuvalet eğitimi (alt ıslatma-kaka kaçırma)
Tırnak yeme
Takıntılar
Korku ve endişeler
Boşanma sürecinden çocuk nasıl etkilenir
Yuvaya uyum süreci
Okul problemleri (okula hazırlık, ödev yapma, sınav kaygısı)
Zeka testleri (WISC-R, BINET) ve projektif testler (RORSCHACH, CAT, DÜSS)
Sorunlarla baş etmede kognitif-davranışçı terapi ve “oyun terapisi”
Ergenlerde ;
Aile içi çatışma, arkadaş problemleri, benlik saygısı, sınav kaygısı ve diğer uyum-davranış sorunları